25 Haziran 2010

Efes Pilsen One Love Festival 9 - 1. Gün

Herkesin EPOL 9 ile ilgili yazıp çizdiği, Facebook’u açtığımda feed’imin EPOL 9 fotoğraflarından geçilmediği şu günlerde elbette ben de yazmalıydım kendi görüş ve deneyimlerimi, asla aşağı kalamam! Baştan uyarayım uzun bi’ yazı olacak, şimdiden üzerinize rahat bişiler alın :)

Oldum olası sevdiğim EPOL’ü bu sene de kaçırmayarak koşa koşa gittim. Daha önceden bileklik sahibi olduğum için o konuda bi’ sıkıntı çekmezken, girişte arkadaş ve sevdicek için “Olur böyle aksaklıklar” diyip geçiştireceğimiz cinsten tatsızlıklar yaşanmadı değil. Bileklik olayını da atlattıktan sonra günün en sinir bozan, düşündükçe hala bile kızdığım nokta olan üst baş aramasına geldik. Çantamda her zamanki gibi fotoğraf makinem ve zoom lens olmayan 2 adet lensim vardı. Üst baş araması yapan hanımdan tam geçer not almıştım ki birden bi’ başkasına “Amirim! Amirim!” diye seslenerek yolumu kesti. Çantamda sanki bomba bulmuşcasına gösterilen lenslerim başıma dert olmuştu! Amirim diye seslenilen adamın yanıma geldiği an şu diyalog yaşandı. Noktasına, virgülüne dokunmadan aktarıyorum:
A: İçeri giremezsin bunlarla!
B: Efendim? Nasıl giremem?
A: Giremezsin basbaya. Bırakman lazım bunları.
B: Pardon nereye bırakacakmışım?
A: Git arabana bırak.
B: Arabayla gelmedim, kaldı ki zaten içeride bu ve benzeri bi’ sürü fotoğraf makinesi olduğunu biliyorum. Ne olacak şimdi peki?
A: Ben bilmem, ama bunlarla giremezsin. Akreditasyonun var mı? Yok. Giremezsin.
B: Bakın “Bunlarla giremezsin diyorsunuz ama çözüm göstermiyorsunuz. Nereye bırakılacak peki bunlar?”
A: Git basın masasına bırak.
B: Olur mu öyle şey? Neden oraya bırakıyormuşum? Tanımadığım etmediğim insanlara neden makinemi ve eşyalarımı emanet edeyim?

Soruma cevap dahi alamadan, umursanmayarak Amir Bey tarafından sırt çevrildim. Her gördüğü lensi ölçüp biçmeden, insanlarla nasıl konuşacağını tartmadan ve Amir ağırlığını ele alarak sırt bile çevirebileceğini düşünen zihniyet karşısında ben de kendi çözümlerimi aramaya başladım. Birkaç yere telefon ettiğimi göz ucuyla takip eden Amir Bey bi’ anda ortadan kayboldu! Telefonlar sonucu yanıma gelen 2 görevli kimin beni neden içeri sokmadığını sorunca gösterecek tek bi’ kişi bile bulamadım; çünkü gitmişti! “Her neyse abi, bugünü zehir ettirmem kimseye” diyerek alana girdiğim an rengârenk, cıvıl cıvıl insanlar sayesinde resmen içim açıldı. EPOL’e gelen insanların her geçen sene üst baş konusuna daha çok önem verdiğini fark etmemek elde değil. Müzik festivaline mi geldik, moda şovuna mı belli değil! :) Belli olan tek şey insanların gerçekten festival ruhu taşıdığıydı. Ayrıca gözümden kaçmadı, herkes güzel havayı bulunca ayakları fora moduna getirmiş. Çıplak ayak gezen herkes sanırım Efes One Love boyunca çimenlerle tam anlamıyla bütünleşti.




Öncelikle alanı biraz turladık. Hangi standlarda neler yapılıyor, en çok nereye rağbet var diye baktığımızda Samsung’un açık ara önde olduğunu gördük. Şöyle ki, geçen sene minik bi’ standa milyon tane aktivite sığdırmış olan Samsung’un bu sene en arkada kendi sahnesi vardı. Samsung, Airstar 2 ve karaoke gibi aktiviteler sayesinde deli gibi seyirci ve deli gibi ilgi toplamıştı. Geçen sene standının Ana Sahne’ye yakın olmasından ve çok fazla insan çekmelerinden ötürü yetkililerin “Bu sene sizi biraz daha arkaya alalım” demiş olması kulağımıza gelmedi değil ;)







Samsung’dan sonra en büyük ilgiyi gerek standa duran elemanlarının kılık, kıyafet, saç, favori ve bıyık kombinasyonları gerekse devasa futbol toplu oyunu ile Bomonti topladı bence. Devasa topla oynanan futbol-hentbol karışımı oyunun cazibesine kapılanlar sahanın içine attılar kendilerini; fakat topun ağırlığına dayanamamış olmalılar ki yerlere düşenler mi ararsın, takla atanlar mı, ezilen seyirciler mi… Hepsi oradaydı! :)

Annem tembihlemişcesine Fischerspooner öncesi her türlü ihtiyacımı gidermek için program yaptım. Öncelikle birkaç bira içilecek, ardından karın doyurulacak, konserin hemen öncesinde de tuvalete gidilecek. Güzel ve soğuk Efes’lerden (1 bira=6TL) birkaç tane içtikten sonra yemek kısmına doğru ilerledik. Ayıptır söylemesi 1 adet dürüm sipariş ederken sıra beklediğimizde neredeyse bütün arkadaşlarımı görmüş kadar oldum. Festivallerin bu yanını seviyorum işte. Uzun zamandır görmediğin insanların hepsini tek bi’ gün içinde görüp sohbet edebiliyorsun :) Her neyse, acılı söylemediğim halde; ama acı sever bi’ insan olmama rağmen beni dragona çevirmiş olan acılı dürümden sonra keyif sigarası yaktığımız sırada görevli bi’ kız yanaştı ve bi’ sürü rengarenk iğnelerden verdi. Kendime “müdavim” ve “konser sakini” iğnesini kaptıktan sonra, laf aramızda, biraz da zorumla gelmiş olan sevdiceğe de “nerdeyim ben?” iğnesini layık gördük :)

Gel gelelim tuvalet mevzusuna… Her seferinde tam teçhizatlı kameraman gibi gittiğim konser ve festivallere bu sefer hazırlıksız geldim. Yanımda ne bi’ peçete ne de bi’ ıslak mendil vardı. Tuvalette bulacağımı umarak girdim tuvalet sırasına ve daha önce hiç rastlamadığım bi’ düzene rastladım. Tuvalet kabinlerinin bulunduğu alanın hemen girişinde duran görevliler bekleyenleri tuvaletler boşaldıkça parça parça alıyordu, ki bu da bana gayet mantıklı ve düzenli geldi. Ne kadar sıklıkla temizlendiğini öğrenemedim; ama tam ben girerken temizlik görevlileri gelmiş tüm kabinleri temizlemeye başlamışlardı. Zaten anlatacağım olay da tam bu noktada başlıyor. Her şey yolunda, tahminimden daha az kuyrukta bekleyip boş bi’ kabine atmışım kendimi; fakat çoğu kabinin kilidi doğru düzgün çalışmıyor, kabinler kitlenmiyor! Paçalarım leş olmasın diye kıyafetime mi mukayyet olmaya çalışayım, kilidi bozuk kapıyı mı tutmaya çalışayım, yoksa yüzyıllardır o anı bekliyormuşcasına mutluluğa mı erişeyim gibi düşünceler ile boğuşurken hiç beklemediğim bi’ anda görevlinin zart diye kapıyı açması ve aslında saliselerle sınırlı ama ikimiz adına 10 dakika utanç içinde ne yapacağımızı bilmeden geçirdiğimiz zamanda kapatması bir oldu! Şikayetçiyim arkadaş tüm kilidi bozuk ve tuvalet kağıdı bitmiş kabinlerden!

Geçen sene Otto Santral’de Fischerspooner’ı elimi atsam dokunacak kadar mesafeden izlemiş biri olarak bu sene gerilerde kalmış olmanın hüznünü yaşarken bi’ yandan da biraz uzaktan; ama ıkış tıkış olmadan, çok net izlemiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Geçen gelişindeki kostümlerinin birkaç eksik ile aynılarını giymiş olsa da bu kez dansçıları 1-2 farklı kostümle sahnedeydi. Ha bi’ de çekik gözlü dansçısı haricinde 1 erkek dansçı daha vardı. Sahne dekoru olarak kostüm askılıklarının yanı sıra Casey’nin arkasında duran, boyundan büyük ve tekerlekli 2 ayna bulunuyordu. Performansı en az 1 önceki kadar iyi olan Casey’nin bu kez sanki çenesine vurmuş gibiydi. Seyirci ile sürekli diyalog halindeydi ve bunu o kadar başarılı bi’ şekilde yapıyor ki adamın samimiyetine bayılmamak mümkün değil! Yalnız sadece minik bi’ eleştirim olacak o da konser boyunca şarkılar arasında süreklilik yoktu. Şöyle ki yeni şarkı başlayacağı zaman ya dansçılar kostümleri giymede gecikti diye yeni şarkının 3-5 notası girdiği an kesildi, ya muhabbeti geldi kesildi vs vs… Emerge şarkısının başında şarkının sözünü bilenleri soruşturdu ve ardından seyirciler arasında duran ve “You’re gorgeous! Come here!” dediği Eylül’ü sahneye çıkarttı. Eylül’ü tanıdığımdan değil, sadece ismini telaffuz ederken “Ooh those Turkish names!” diyerek defalarca Eylül demeye çalıştığı için kızın ismi ister istemez aklıma kazındı :) Dansçılar Eylül’e pırıl pırıl parlayan bi’ ceket giydirdi, sırtına siyah kanatlar taktı ve Casey de eline mikrofonu tutuşturup sahnenin bi’ köşesine çekildi. Ne yalan söyleyeyim Eylül de seyirciyi coşturdu. (Fotoğraf için tıklayın.) Bu arada unutmadan söyleyeyim Casey’nin Twitter’ını takip ediyorum uzun zamandır. Konser sonrası Eylül kendisine teşekkür tweet’i göndermiş, Casey de bunu RT etmiş. Buradan görebilirsiniz.

Casey, konseri çoğu kişinin favori parçası olan Never Win ile bitirdikten sonra stage diving yapma niyetinde olduğunu hemen belli etti tabi. Tam sahneden kendini insanların üzerine bıraktı ki “Hadi abi, hadi!” der gibi sahne ışıklarının söndürülmesi bir oldu! Her ne kadar Casey’nin durumunu net görememiş olsam da bacaklarının sürekli havada, oradan oraya gittiğini görmek de yetti.

Çok Groove Armada insanı olmadığımız ve de ayaklarımızın artık zonklama aşamasına geldiği için Fischerspooner’ın sahneden ayrılmasıyla biz de ufak ufak eve dönüş yolunu tuttuk. Bütün gün “Ben de fırıldak istiyorum!” diye tutturmuş olan ben, girişte kova kova fırıldaklara saldırdım ve sanırım One Love’ın ilk günü için hatırladığım son karem bu oldu :)Alanın hemen çıkışında kapının çevresine birikmiş esnaf görüntülü insanlar alandan çıkan herkesi taciz eder gibi yanına yanaşıp “Şu bilekliği verin de biz de girelim birader!” demeleri aşırı rahatsız ediciydi. Kapı önü güvenliği gibi herhangi bi’ görevli de görmedik zaten. Ana cadde üzerinde birikmiş taksiler içeride “Ya taksi bulamazsak? Bu yorgunlukla sürünürsek? Ya asla eve dönemezsek?” paniğimize ilaç gibi geldi; fakat onlar da sıra kapmaca mevzusu yüzünden kendi aralarında tartışıyorlardı. Anlayacağınız çoğu konser çıkışında olduğu gibi Efes One Love’ın da çıkışı biraz harala güreleliydi. Eve vardığımızda enerjimin sıcak ve güneş tarafından tamamen emilmiş olduğunu, ayaklarımın da koparcasına ağrıdığını söylersem yalan olmaz.
Değdi mi?
Bu da soru mu! :)

24 Haziran 2010

Akbank 7. Kısa Film Festivali Başvuruları Başladı

7.'si düzenlenecek olan Akbank Kısa Film Festivali, 7 -17 Mart 2011 tarihlerinde gerçekleştirilecek.

23 Haziran 2010

Efes Pilsen One Love Festival by Cansu Elter

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak Efes Pilsen One Love Festival'a giden Cansu Elter'in kaleminden festivali aktarıyoruz sizlere. :)

Festival demek sadece müzik dinlemek değil.Festival demek ihtiyacın olan temiz havayı biraz alabilmek, mavi gökyüzüne bakabilmek, uzun zamandır görmediğin dostlarını görebilmek, bu hoş tesadüflerle gününü renklendirmektir.Gündüz güneşinin kavurduğu tenini buz gibi bir birayla serinletmektir.İnsanların cıvıltılarıyla dertlerinden uzaklaşmak, müziğin bütünleyici etkisiyle bir olmaktır.Bu yüzden festival ruhun gıdası, olmazsa olmazıdır.Bu festivalde senelik gıdalarımdan biri, bir önceki senelerdeki gibi, hafızama hoş desenlerle dokunan bir anı oldu.Bunun için Pelin'e teşekkürü bir borç biliyorum tabi ki. Ayaklı Etkinlik Takvimi ile benim ve benim gibi birçok müzikseverin ruhunu tazeleyen tınıları dinlememizi sağladı, sağlıyor. Ulvi bir görev bir nevi :) Ha, davetiyem sayesinde ne bilet kuyruğu, ne de bileklik kuyruğu derdine girmeden jet hızıyla alana vardım, onu da söylemeden edemeyeceğim :)

Efes One Love'a bir takım sebeplerden dolayı çok erken gidemesem de, alana vardığımda The Whitest Boy Alive'ın güzel sound'u karşıladı beni. Kings of Convenience'in nerd kılıklı ama sempatik elemanı Erlend Oye zaten birçok arkadaşım vesilesiyle enişte statüsünde saydığım bir kişilik, severek dinledim. Hem dinledim hem de yeni gelmenin verdiği bir gereklilik olarak kim nerde, nasıl buluşuyor organizasyonunu yapıp, akreditasyon yeteneğimi gözler önüne serdim (grup o arada biraz kaynadı demeye varıyorum.).

Sonrası malum, Fisherspooner muhteşem sahne performansıyla beni benden alırken, Groove Armada alkolün en etkin olduğu saatlerde bile hoplayıp zıplamamı sağladı. Kendilerine de teşekkürü borç biliyorum, senenin tüm enerjisini ve birikmişliğini içimden alıp doğaya saldılar:) Bir de önünde durduğumuz ağacın üzerine çıkıp dans eden iki turist ablamız biralarının yarısını üzerimize dökmeseydi, gece daha "kuru" geçebilirdi, ama sağlık olsun, o da nazar boncuğu.

Konserlerden sonra başlayan Oldies But Goldies party'e gelen çadıra insanlar doldu taştı. O da kısa ama güzel sürdü, gönül isterdi ki bi 4'lere kadar dinleyelim ama her festivalin bir bitiş saati var değil mi?

Ve festival alanı... Bu sene, geçen senelere göre daha az etkinlik olduğu gerçeğini es geçemeyeceğim. Ana sahne, Samsung çadırının etrafı ve tuvaletlerin önündeki kalabalık dışında birikilmiş bir etkinlik alanı yoktu. Gençler çayırda çimende zaman harcıyordu. Freshtival bile o kadar dar bir alana sahip olmasına rağmen, birçok etkinlik çadırına sahipti. Ki her ikisi de Pozitif Organizasyon'un işi olduğundan candır, orası ayrı.

Barlar yeterli sayıdaydı, servisler kusursuz işledi, yeni tatlar denendi, beğenildi (bira mojito), yine başarılı bir festival geldi, geçti. Emeği geçen herkesin eline, Ayaklı Etkinlik Takvimi'ne sağlık diyorum ve daha fazla kafa ütülemeden nacizane festival yorumumu burada noktalıyorum:)

22 Haziran 2010

Tek Aşkımız Efes Pilsen One Love Festival by Tolga Sirkeci

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak Efes Pilsen One Love Festival'a giden Tolga Sirkeci'nin kaleminden festivali aktarıyoruz sizlere. :)

Şu sıcak ve bunaltıcı günlerinin üzerine televizyondaki limonata reklamlarının verdiği sinir stres de eklenince içinden çıkılamayacak hale gelinen bir yaz zamanı, hafif bir rüzgarda hamakta sallamak kadar keyif verdi Efes Pilsen One Love Festival.

Özellikle geçen sene; ruhumu çoktan kendilerine sattığım, elektronica’nın ağababası Röyksopp’u İstanbul’a getirerek beni kendimden geçiren Efes Pilsen One Love Festival gelip çattı, “acaba bir yerden davetiye bulabilir miyim?”li cümleler kafamın içinde oynamaya başlamıştı.

Efes Pilsen One Love Festival öyle bir festival ki aslında; festival alanının şehir merkezinde olması, ulaşımın son derece rahat ve ücretsiz olması, arkadaş eş dost eski sevgili vs. hemen herkesle rahatça karşılaşılması, alkolün abartı fiyatlar olmadığı için rahatça tükilebilmesi ve bunun üstüne üstlük hastası olduğun grupların bir bir ayağına kadar gelmesi... Şimdi böyle bir festivale gitmeyen adamı bir temiz döverler. Hem de meşe odunuyla...

Çok zaman geçmedi, “Acaba davetiye bulabilir miyim?” derdime sağolsun Ayaklı Etkinlik Takvimi derman oldu ve Cumartesi günü için mis gibi bir davetiye kazanmama vesile oldu. Zaten Cumartesi günü için çok daha heyecanlıydım çünkü hastası olduğum Erlend Oye’lu Whitest Boy Alive ve yine canım ciğerim Groove Armada ayağına kadar geliyordu.

Günün öldürücü sıcak saatleri biraz hafifledikten sonra festival alanına ayak basmamla her seneki heyecanlı ortam yine karşıladı beni. Yukarıda saydığım, One Love’ın doğası durumlar bir bir kendini göstermeye başladı. Biraları yudumlamaya başlamalar, iki adımda bir eski-yeni arkadaşlarla karşılaşmalar, ayaküstü sohbetler...

Vakit yavaş yavaş ilerlerledikten ve ayaküstü karşılaşma sohbetleri bittikten sonra müzik için biralarımızı tazeledik, yerimizi sabitledik. Whiest Boy Alive’dan başkadık dinlemeye. Gözümüz Erlend Oye’un zerdali dalı gibi boyunu gördü, kulağımız yumuşacık sesini dinledi. Ardından Fisherspooner çıktı, şahane bir sahne şovuyla bizi bizden aldı. Hatta bir ara gruptan birisinin sahnede aslında çıplak olduğu iddia edildiyse de, “Onun canı sağolsun.” diyerek şovu izlemeye devam ettim.

Saat ilerledikçe, içilen biraların da sayıca etkisiyle tuvalet medcezirlerinin artmasına engel olamadık. Olsundu, sırada da Groove Armada vardı. Derken onlar da çıktı. Çok söze gerek yok, Cumartesi headliner’ı olarak üstlerine düşeni fazlasıyla yaptılar.

Uzun lafın kısası; beklediğimden ne eksik ne fazla, tam olmasını istediğim gibi geçti her şey. Sonuç olarak buradan söylemek isterim ki;

“Bu seferkini saymayız, seneye bir daha gelin...”

Herkese teşekkürler...

Fotoğraf: Ilgaz Erel

Efes Pilsen One Love Festival 9 by Yasin Talaşçı

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak Efes Pilsen One Love Festival'a giden Yasin Talaşçı'nın kaleminden festivali aktarıyoruz sizlere. :)


Efes Pilsen One Love Festival 9 için inanılmaz sabırsızlıkla bekliyordum. One Love Fest 7'de inanılmaz eğlenmiş, festival alanından büyük bir mutlulukla ayrılmıştım. One Love 8 ise askerlik nedeniyle güme gitmişti. One Love 9’un line up’ına göz atınca "yaz gerçekten başlıyor" dedim. Festivale günler kala açıklanan Fischerspooner bana şunu dedirtti: "İşte budur, yaz festivali budur!" Cumartesi Fischerspooner ve Groove Armada, Pazar ise Sophie Ellis-Bextor ve The Ting Tings. Arkadaşlarla sınırsız eğlence bizi bekliyordu.

Her festivalde olduğu gibi festmate’imle, ki kendisi Ayaklı Etkinlik Takvimi'nin Cumartesi davetiyesi kazananıdır, acaba davetiye bulabilir miyiz sorusunu sorduk. Ve ve ve teşekkürler Ayaklı Etkinlik Takvimi, "evet" cevabını sizden aldık. Bu güzel cevaptan sonra hemen cumartesi olmasını istedik.

Cumartesi çalışan insanlar familyasından olan ben, paydosun saati gelmesiyle ile şirkette üstümü değiştirip Santralistanbul’a doğru yola koyuldum. Festival alanındaki yeterli içki satış noktası hoştu. Boşuna içki sırasında vaktimizi öldürmedik. Gene festivallerin en büyük sıkıntısı olan WC sorunuda yok gibiydi. Sadece gece bir ara bayağı bir lavaboda su yoktu. Festival alanına girmemi takiben Fischerspooner bana hoşgeldin dedi resmen. Başarılı (inanılmaz hatta) sahne performansları ile bilinen Fischerspooner karşımdaydı. Ve o şovlarını şimdi bize sunuyorlardı. Casey’in seyirci ile olan muhabettide müthişti. Sanki konser değil sanki evdeyiz ve kendisi karşımızda. Hatta Eylül’ü sahneye çıkartması ve Emerge söyletmesi... Sabaha kadar kalsalardı eğlenirdik ve sanırım kimse bıkmazdı. Casey’i yaptığı konuşmaları ve jestleri ile bizi de grubuna davet etti. Tek eksik yanı vardı Fischerspooner keşke daha geç çıksaydı sahne efektlerini daha iyi görseydik. Casey’in "I am an artist, not a popstar" demesi akıllarda kalan anlardan biri. Never Win’den önceki "alın size eğlenceyi gümüş tepside sunuyorum" konuşması diğeriydi.

Groove Armada ise biraz beklentilerimin altındaydı. Sanki bir şeyler denemeye gelmişler gibiydiler. Kendileri bir elektronik ve chill-out grubu ama One Love'da biraz indie’ye kaçtılar. "Stüdyoya girmedik burada deneyelim. Bakalım seyirci ne tarz tepki verecek" tarzındaydı bence. Ama sahne efektlerine laf yok göz alıcıydı.

Keyif ve eğlenceden bıkmayan bizler geceye Oldies But Goldies çadırının önünde geçirdik. Bana göre oldies tarzı bu festivale uygun değildi. Daha farklı bir konsept parti bulunabilirdi.
Pazar günü uyandığımızda ise cumartesi akşamından damarlarımızda kalan serotonin, endorfin ve adrenalin vardı. Kalan bu hormonların üzerine yenisini eklemek için tekrar yola koyulduk Santralistanbul’a. Yağmurun getirdiği hafif serinlik bizi mutlu da etmişti. Sophie Ellis-Bextor’ı beklemeye başladık. Bu arada Kung Fu'ya kulak verdik. Sanırım bir miktar teknik sıkıntı yaşadılar biraz geç çıktılar. Kendi şarkılarını söylediler güzeldi de ama bence start'ı o güzel coverları ile yapmalıydılar. Derken Sophie’nin saati geldi ve o en nadide porselen güzelliği ile sahneye çıktı kraliçemiz. Hani biri sorarsa "kimde yıldız ışığı var?", cevabı Sophie dir. Sahnede resmen parlıyordu. Ilk defa Türkiye'ye gelmesi ve bu ilk gelişinde yeni çıkardığı albümünden 5 şarkıyı ilk defa bize söylemesi büyük bir süprizdi. Yeni albümüde gerçekten başarılı. Kendisinin sözleri ile bu ilk randevumuzdu ve inanılmaz güzel geçti. Zaten kendisine hayrandım. Sanırım aşık oldum artık :D. Tekrar buluşmak üzere deyip bize Heartbreak Make Me A Dancer ile veda etmeside çok güzeldi.

Ve sıra bana davetiye kazanmamı sağlayan The Ting Tings’ e gelmişti. Birçok kişi The Tings Tings için gelmişti Pazar günü festivale. Sahneye çıkmaları ile enerji dolu ritmleri ile dans etmeye başladık ve gördüğüm herkes nerede olursa olsun dans ediyordu. Bir ara Ghostbuster’ın soundtrack'ini duymamız güzel bir andı. Sahnede çok cool durmalarına rağmen bizleri coşturmayı başardılar. Shut Up and Let Me Go’yu duymak ayrı bir zevk verdi :D.
Keşke bitmesin dediğim festival bittiğinde ise güzel bir rüyadan uyanmış gibiydim. Efes One Love Festival yıldan yıla kendini geliştiriyor. Seneye nasıl bir süprizlerle karşımıza çıkacaklar çok merak ediyorum.
Tekrar teşekkürler Ayaklı Etkinlik Takvimi...


18 Haziran 2010

Efes Pilsen One Love - Pazar Davetiye Sorusu!!!

İletişim sponsorluğunu Vodafone'un üstlendiği 20 Haziran Pazar günü saat 14:00'da Santralistanbul'da başlayacak olan Efes Pilsen One Love Festival için tek kişilik ve sadece Pazar gününü kapsayan 2 davetiye sahiplerini arıyor! Soracağım soruya mail atarak doğru cevabı veren 2. ve 16. kişiler davetiyelerin sahibi olacak. O halde geçiyorum soruma:

"The Ting Tings 2008 MTV Video Müzik Ödülleri’nde hangi parçaları ile En İyi Parça Ödülü’nü kazandı?"

Cevaplarınızı plnekmekci@gmail.com 'a gönderebilirsiniz...

Efes Pilsen One Love - Cumartesi Davetiye Sorusu!!!


İletişim sponsorluğunu Vodafone'un üstlendiği 19 Haziran Cumartesi günü saat 14:00'da Santralistanbul'da başlayacak olan Efes Pilsen One Love Festival için tek kişilik ve sadece Cumartesi gününü kapsayan 3 davetiye sahiplerini arıyor! Soracağım soruya mail atarak doğru cevabı veren 1., 5. ve 10. kişiler davetiyelerin sahibi olacak. O halde geçiyorum soruma:


"Daha önce de ülkemizi ziyaret etmiş olan Groove Armada, Efes One Love’da hangi gün ve saat kaçta sahne alacak?"

Cevaplarınızı plnekmekci@gmail.com 'a gönderebilirsiniz...

15 Haziran 2010

Eric Clapton & Steve Winwood by Abdullah Çakır

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak Eric Clapton & Steve Winwood konserine giden Abdullah Çakır'ın kaleminden Pazar gecesini aktarıyoruz sizlere. :)


Kazandığım davetiyeler elime ulaşmadan önce bunun bir muziplik olduğunu düşünüyordum. Sonra ertesi gün kapı çalındı, biletlerim gelmişti. Bu sene bütün konserlere gitmekten bükülen belim için ilaç gibi gelmişti bu biletler.

Konser günü İstanbul'un havasında bir hinlik vardı. Sanki İstanbul; Eric Clapton'dan bunca senenin hesabını soruyor gibiydi. Evden saat altıda çıktım. İstedim ki, konserin bütün heyecanını an be an yaşayabileyim. Taksim'den Sarıyer istikametine giden otobüse bindim. Bindiğim araç belediye otobüsünden ziyade Eric Clapton fanlarını taşıtan bir tür servise benziyordu. 65 yaşlarında 2 tane rocker ağabeyle tanıştım. Taksimden Kuruçeşmeye varana değin eski muzik gruplarından ve konserlerden konuştuk. Pink Floyd fanı olduğumu söyleyince daha yaşlıca olanı -şu an öz oğlumdan bir farkın kalmadı- dedi. Çok muhabbet insanlardı. Hiç abartısız tanıdığım en sağlam rockerlardı.

Bir saat sonra Nihayet Kuruçeşme Arena'ya varmıştık. Etrafta mahşeri bir kalabalık vardı. Gördüğüm kadarıyla yaş ortalaması epeyce yüksekti. Uzunca bir kuyruktan sonra nihayet içeriye adımımızı attık. İçeriye girişimizin üstünden 10-15 dakika geçmişti ki, Eric Clapton ve Steve abi sahnede belirdi. Bu tip konserlerde 1-2 saat bekletilmeye alışık bünyem şaşırdı haliyle. Eric ve Steve ikilisi, eski grupları Blind Faith’in ilk ve son albümlerinin açılış şarkısıyla karşıladılar bizi. Bütün konser görsellerinde kısa saçlı olarak gördüğümüz Clapton saçlarını uzatmış; bir tür masal kahramanına bürünmüştü. Sonra Low Down sonra After Midnight sona Presence of The Lord çaldılar. Babalar üstümüze üstümüze saçıyordu yıldızlarını. The Shape I'm In ve Glad arası bir yerlerde havai fişekler patlıyordı gökyüzünde. Hava serinledi. İstanbul'un kızgınlığı yavaş yavaş dinmişti. İstanbul Eric Clapton'u bağrına basmıştı adeta. Binlerce insan hep bir mest olmuş bir şekilde sahneye kitlenmişti. Cocaine’ye kadar rüya gibi geldi aktı zaman. Sonra kaçıp gittiler. Ben ancak o zaman ayılabildim. Bir süre zaman ve mekan kavramlarından sıyrılmıştım çünkü. Uzun ısrarlardan sonraTraffic’ten Dear Mr. Fantasy’i çalmak için geri döndüler.

Gece biterken insanların ona neden "Eric Clapton is God" dediğini daha iyi anladım. Eric Clapton belki tanrı değildi ama; müzikalite bakımından bir insanın erişebileceği en üst mertebede seyrettiği kesindi.

Ona inandık. Ona güvendik.

Ayaklı Etkinlik Takvimi'ne her şey için çok teşekkür ederim. Bu güzel geceyi Eric Clapton'dan sonra en çok ona borçluyum.

10 Haziran 2010

Eric Clapton & Steve Winwood Davetiye Sorusu!!!

Binboa sponsorluğunda 13 Haziran Pazar günü saat 21:o0'da Turkcell Kuruçeşme Arena'da gerçekleşecek olan Eric Clapton & Steve Winwood konseri için 2 adet çift kişilik davetiye sahibini arıyor!
Soracağım soruya mail atarak doğru cevabı veren 1. ve 15. kişi davetiyenin sahibi olacak. O halde geçiyorum soruma:

"Eric Clapton'un "Riding With The King" albümünü beraber hazırladığı Blues efsanesi kimdir?"

Cevaplarınızı plnekmekci@gmail.com 'a gönderebilirsiniz...

8 Haziran 2010

110 Davetiye Sorusu!!!

9 Haziran Çarşamba günü 21:00'da Jolly Joker Balans'ta gerçekleşecek olan 110 konseri için 5 adet çift kişilik davetiye sahibini arıyor! Soracağım soruya mail atarak doğru cevabı veren 1.- 3.-5.-7 ve 9. kişi davetiyenin sahibi olacak. O halde geçiyorum soruma:

"110 grubunun fan forumlarını sözlük haline getirdikleri sözlüğün adresi nedir?"

Cevaplarınızı plnekmekci@gmail.com 'a gönderebilirsiniz...

3 Haziran 2010

Ceylan Ertem @ Ghetto by Efe Efeoğlu

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak Ceylan Ertem konserine giden Efe Efeoğlu'nun kaleminden Cuma gecesini aktarıyoruz sizlere. :)

Anima'dan beri dinlememiştim Ceylan Ertem'i. Sonrasında kaç kere Friendly Fire'a gitmek istesem de olmamıştı. Kendince ne tarz işler yaptığını biliyordum ancak İnsandık şarkısıyla beklentimi biraz aşağı çekmiştim. Albüm çıkmamış ama bir sürü yerde konser vermeye başlamış Ceylan. Sonuncusu da Ghetto'daydı ve Ayaklı Etkinlik Takvimi sayesinde konsere gidebilme şansı buldum. Buradan teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Ghetto'nun kapısına geldiğimde hiç içmedim düşüncelerindeydim. Neyse bir şekilde içeri girdik ama içerisi oldukça boştu. Daha başlamayacak herhalde derken "15 dakikaya başlayacak" dediler. Hakikaten de başladı gerçi 15dk içinde biraz daha dolmuştu içerisi ama oldukça az sayılırdı. Ceylan'ın yeni olması, Ghetto ve sıcak havalar neden olmuştur muhtemelen. Sahnede eski partnerlerinden Murat Çopur'da (Disko Kralı ile iyice ünlü oldu kerata) vardı. Kendisini nerede güzel grup varsa onun basçısı olarak görmeye alışıktık zaten. Onunun dışında Friendly Fire'dan herhangi biri yoktu gerçi bir grup kişi daha var ancak bugün sadece altısıyla beraberiz demişti Ceylan.

Anima'dan sonra Friendly Fire'da iyiden iyiye artan funk ve R&B ritimleri yoğunlaşmıştı. Yine bolca olacak diye düşünüyordum ancak pop, rock ve caz gibi geldi bana daha çok yeni Ceylan Ertem. Ceylan'ın tavırları tarzı neredeyse eskisiyle aynıydı. Şarkılar çalındıkça arkadaki grubun gücü git gide ortaya çıktı. Özellikle ismini hatırlayamayacağım ama gitarist bir harikaydı. Çift saplı gitarlar, perdesiz gitarlar uçuştu ortamda ve hepsinde de hünerini ortaya koymakta zorlanmıyordu. Son parça ise tek kelimeyle mükemmeldi. Herhalde konserin en sert parçasıydı ancak insanları öyle bir ateşlemişti ki bitmesin istedik konseri ama öle olmadı ve bitti. Artık bir dahaki Ceylan Ertem konserine kadar ne kadar iyi olduklarını bahsetmeye devam edeceğiz.

Not: Ceylan'ın rastalarını geri istiyoruz.

1 Haziran 2010

Sattas @ Ghetto by Ozan Öke

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak Sattas konserine giden Ozan Öke'nin kaleminden Cumartesi gecesini aktarıyoruz sizlere. :)

Öncelikle beni Sattas ile tanıştıran Ayaklı Etkinlik Takvimi'ne çok teşekkür ediyorum. Ayaklı Etkinlik Takvimi'nde davetiye sorusu sorulana kadar, Sattas hakkında hemen hemen hiçbir bilgim yoktu. Genelde davetiye sorularından sonra ufak bir araştırma yapıp beğenirsem cevap yazarım. Ufak bir araştırmadan sonra güzel olabilceğini düşünüp davetiye için mail attım ve kazandım.

Geceye ilk gidenlerdendik. Sattas, Ghetto'yu Reggae için olabilecek en güzel şekilde yapmaya çalışmış ve başarmış gibiydi. Fakat Ghetto'nun konser öncesi ve sonrası bangır bangır DJ ile çalması çok garipti. Duvarlarda Sattas'ın hazırladığı çalışmalar varken, ortamda tütsü yakılmış, ışıklar en aza indirilmişken DJ'in orda dımtıs dımtıs yapması çok rahatsız edici geldi. Onun yerine hafif müzikler tercih edilse, Ghetto da biraz ortama uysa süperolabilirdi. Geceye ilgi biraz azdı ama bunda Ladytron ve Mika' nin etkisi büyük olsa gerek. Genede eglenceli bir kalabalık vardı Ghetto'da.

Sattas sahneye çıktığında hiç beklentim yoktu, umarım güzel olur diye düşündüm. Başladıklarında gecenin güzel olacagi belli gibiydi, Türkçe Reggae dinlemek çok değişik ve çok hoş geldi. Grup üyelerinin bu işi çok sevdikleri için yaptıkları gözlerinden belliydi ve bu yaptıkları müziğe yansıyordu. Grubun arkasına yansıtılan resimler ve videolar çok güzel ve ilgi çekiciydi. Yansıtılan görüntüler genelde söylenen şarkının içeriğiyle ilgili olması konseri daha da ilgi çekici hale getirdi.

Türkçe Reggae Sattas'ı dinlemeden önce olmaz diyebileceğim bir şeydi ama artık dinleyebileceğim bir müzik teşekkürler Sattas ve Ayaklı Etkinlik Takvimi, bana
yeni bir zevk kazandırdınız. Bundan sonra arkdaşlarıma önerebileceğim bir etkinlik oldu Sattas konserleri. Kafa dağıtmak, eğlenmek, özgürce dans etmek için birebir. Konserin sonuna kadar kalamadim, 21:00'de işten çıktım ve yorgun düştüm, ilk arada kaçmak zorunda kaldım ama artık Sattas konserlerini takip edeceğim :)

Azzz sonraaa: Black Heart Procession İstanbul'daydı by Ozan Sakin

Ayaklı Etkinlik Takvimi'nden davetiye kazanarak The Black Heart Procession konserine giden Ozan Sakin'in kaleminden Perşembe gecesini aktarıyoruz sizlere. :)

Peki kemanı neredeydi?

Bileklerimizi enine değil, kol boyuna kesme hissiyle gençliğimizi kararttığımız o güzel Black Heart Procession (yazının devamında BHP olarak anılacaktır) neredeydi?
Akordeonsuz bir BHP yeterince black olabilecek miydi?
Neden bütün şarkıları yoğun bir bas ve tok bir baterinin hakimiyetine bırakmışlardı?

Azzz sonraaa

Acaba BHP "bazı gruplar albümlerde güzel" mi dedirtecekti?
Ghetto'daki arka plan görselleri çok mu 80'lerdi, havamızı mı kaçırdı? Hele ekran ortasında elips alan açıp oraya insan yüzü oturtmak, Pikaçu sizi ısırsa aklınıza gelir miydi?

Azzz sonraaa.

Seyirciler ne kadar müthişti, yoksa birçok şarkı için ayrı ayrı tezahüratlar yapılıp bir de çoğu şarkı ezbere mi söylenmişti? Grup bu duruma çok mu sevinmişti? Basçı zenci abimiz amatör kamerayla seyircileri mi çekmişti?

Azzz sonraaa.

BHP'nin kullandığı en ilginç enstrüman yoksa bir testere miydi? Bir süre kalabalıktaki koca saçlı insanlardan dolayı görülemeyen testere Termin mi zannedildi? O uzaysal sesle akordeon ve keman olmadan bizi uzaya çıkarabilmiş miydi?

Azzz sonraaa.

Ghetto'nun clubber tayfası orta sahanın gerisinde konuşlanıp neden sürekli bira tokuşturma sesleri ve arka-sırada-konuşanlar sesleri çıkarıyorlardı, konser mi sarmamıştı, yoksa saygısızların önde gidenleri miydiler en sevilesi, en kalp yakıcı BHP şarkıları terennüm edilirken?

Azzz sonraaa.

"It's a crime I never told you about the diamonds in your eyes" daha kaç kez bu gruptan seve seve canlı dinlenirdi?
Her şeye rağmen BHP'yi canlı görüp toprağa öyle girecek olmayı bilmek sevapların en karası, en güzel değil miydi?

Konserden bir video: DA-DAN DANDA-DANN
 
.fc-sectitle { color:#FFFFFF!important; }